Türkiye’nin Potansiyeli, tek Eksik Ekosistem
Dünyanın nereye gittiğine, Türkiye’nin ise hangi gündemlere takılı kaldığına baktığımda içimde hep aynı his uyanıyor:
Muazzam bir potansiyel, dar bir çerçeveye sıkışmış durumda.
Yıllardır hem sahada üretimin içinde bulunmuş hem de kurumsal projeler yönetmiş biri olarak şunu çok net görüyorum:
Türkiye bugün sanayide, tekstilde, otomotivde zorlanıyor olabilir; ama Anadolu ayağa kalktığında, tarım, hayvancılık ve zanaat üretimi bu ülkenin en güçlü lokomotifi olmaya aday. Hem coğrafya, hem iklim, hem de jeopolitik konum açısından dünya üzerinde bu kadar avantajlı olup da potansiyelini bu kadar az kullanan ülke sayısı çok az.
Haritaya Soğukkanlı Baktığımızda: Türkiye’nin Avantajı
Haritayı açıp duyguyu bir kenara bırakıp soğukkanlı baktığınızda tablo aslında yalın:
Türkiye, Avrupa’ya birkaç günlük kara ve deniz mesafesinde.
Avrupa hızla yaşlanırken, biz hâlâ yüzde otuzun üzerinde genç nüfusa sahibiz.
Dicle ve Fırat başta olmak üzere güçlü su kaynaklarımız var.
Aynı anda Akdeniz, Karadeniz ve karasal iklimi barındıran eşsiz bir coğrafyada yaşıyoruz.
Bizde yetişmeyen sebze neredeyse yok.
Küçükbaş ve büyükbaş hayvancılık için uygun meralar ülkenin dört bir yanına dağılmış durumda. Kuzusundan besisine, zeytininden kayısısına, üzümünden fındığına kadar dünya ölçeğinde bir biyolojik çeşitliliğin üzerindeyiz.
Sadece Van, Hakkari, Kars, Erzurum, Erzincan ve Diyarbakır hattını düşünün:
Doğru planlanmış bir hayvancılık modeliyle, bu bölge bütün Avrupa’ya et ve süt ürünleri ihraç edebilecek kapasiteye sahip.
Ege ve Akdeniz şeridinde sebze ve meyve,
İç Anadolu’da tahıllar,
Güneydoğu’da bakliyat ve yağlı tohumlar,
Karadeniz’de fındık ve çay…
Aynı senaryonun farklı sahneleri.
Bu potansiyeli Birleşmiş Milletler ve uluslararası kurumlar da görüyor; ancak umutlarını daha çok Afrika’ya, Ukrayna’ya yönlendirmiş durumdalar.
Tam da bu yüzden, doğru modeli kurabilirse masadaki boş sandalyeye oturabilecek ülkenin hâlâ Türkiye olduğuna inanıyorum.
Madem Fotoğraf Bu Kadar Güçlü, Neden “Kriz” Konuşuyoruz?
Peki madem tablo bu kadar parlak, neden hâlâ:
“Tarım krizi”,
“Hayvancılık bitiyor”,
“Gençler köyde kalmak istemiyor”
cümlelerini duyuyoruz?
Bu sorunun cevabı, çoğu zaman sadece “yanlış tarım politikaları” gibi tek cümlelik açıklamalardan daha derinde.
Sorunun özü şurada:
Tarımı, hayvancılığı ve zanaatkârlığı sahada bilen insanlar, karar mekanizmalarında yeterince yer almıyor.
Tarımı çoğu zaman kağıt üzerindeki rakamlardan okuyan, toprağa basmadan, ahıra girmeden, tarlada sabahın beşini görmeden rapor yazan kadrolar süreçlere yön veriyor.
Bürokrasi, yıllardır yaptığı yanlışları hâlâ doğruymuş gibi savunan reflekslerle hareket ediyor.
Sonuç:
Su var ama su yönetimi yok.
Toprak var ama planlama yok.
Genç nüfus var ama ona anlatılmış bir gelecek hikâyesi yok.
En önemlisi: Emek var ama onu taşıyacak sistem yok.
Çiftçi, zanaatkâr, mandıracı, köy kadını kendi başına çabalıyor.
Veriyle, şeffaflıkla, adil işleyen bir modelle desteklenmediği için çoğu zaman emeği, aracıların ve dalgalanan piyasanın içinde eriyip gidiyor.
Anadolu Köylerinde Yeni Manzara: Hem Ahırda Hem TikTok’ta
Bugün Anadolu’nun herhangi bir köyüne gittiğinizde çok ilginç bir manzara görüyorsunuz:
Bir yanda ahırda, tarlada, bahçede çalışan gençler;
Diğer yanda aynı gençler dinlenirken TikTok, Instagram, YouTube içinde geziniyor.
Yani:
Bir yandan geleneksel üretimin içindeler,
Diğer yandan dünyayla dijital temasları hiç fena değil.
Elinde akıllı telefon, cebinde internet paketi, kapısına kadar gelen kargo firmaları, uygun fiyatlı stok ve muhasebe uygulamaları var.
Eksik olan şey şu:
Bu parçaları bir araya getiren, rol ve kuralları net, güvenilir, adil ve anlaşılır bir sistem.
Türkiye’nin en büyük şansı, genç, öğrenmeye açık, teknolojiyle barışık bir nüfusa sahip olması.
Eğer bu gençlerin enerjisini köyden koparmak yerine köyde üretimi dönüştürmek için kullanabilirsek:
Tarım ve zanaat yalnızca “nostaljik meslekler” olmaktan çıkıp,
Yeni nesil kariyer alanlarına, değerli uzmanlıklara dönüşebilir.
Nar Atlası Bu Resmin Neresinde?
Tam da bu yüzden Nar Atlası’nı klasik bir “uygulama”, basit bir “bilgi sitesi” ya da sadece bir “yazılım projesi” olarak görmüyorum.
Benim için Nar Atlası:
Türkiye’nin üretim gücünü veriyle, şeffaflıkla ve hikâyeyle ayağa kaldırmaya çalışan,
üretim kararlarını harita ve senaryolarla görünür kılmayı hedefleyen bir altyapı denemesi.
Köy kadınlarının yaptığı:
Tarhana, salça, pekmez, bal,
Ev yapımı reçeller, kurutulmuş sebzeler…
Çiftçilerin ürettiği:
Buğday, mısır, zeytin, zeytinyağı, bakliyat…
Zanaatkârların işlediği:
Çini, kilim, ahşap, seramik, takı…
Mandıraların ürettiği:
Süt, peynir, yoğurt, tereyağı…
Bunların her biri tek tek değerli.
Ama kendi başına bırakıldığında, çoğu zaman dar bir çevrede sıkışıp kalıyor.
Asıl mesele:
Bu ürünleri,
Bu ürünlere hayat veren insanları,
Köyü, tarlayı, ahırı, fırını,
Üretim sürecini ve emeğin hikâyesini
birlikte görünür kılmak ve bunu sürdürülebilir bir gelir modelinin içine yerleştirmek.
Nar Atlası, işte tam bu noktada devreye girmek istiyor:
“Nerede ne üretilebilir?” sorusunu coğrafya ve iklim verisiyle,
“Kime, nasıl satılabilir?” sorusunu pazar verisiyle,
“Bu üretim kime uygun?” sorusunu da kişinin hedef ve kapasitesiyle birleştiren
akıllı bir üretim ve gelecek planlama haritası olmak istiyor.
Çünkü dünyanın yeni tüketim trendi zaten buraya doğru kayıyor:
İzini sürebildiği, hikâyesini bildiği ürünlere değer vermek.
Yirminci Yüzyılın Rolü Bitti, Yeni Rol Belli
Yirminci yüzyılın Türkiye’si, ucuz iş gücüyle fason tekstil, otomotiv ve beyaz eşya üreten bir ülkeydi.
Yirmi birinci yüzyılda aynı rolü sürdürmek ne ekonomik olarak sürdürülebilir, ne de gençlerin hayal dünyasına hitap ediyor.
Önümüzde çok daha mantıklı bir yol var:
Kendi gastronomisi,
Kendi tarım ürünleri,
Kendi coğrafi işaretli değerleri,
Kendi el sanatlarıyla
dünyaya açılan bir ülke olmak.
Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin sorunu emek eksikliği değil;
sistemi olmayan emek.
Gelecek gerçekten Anadolu’da.
Ama bu geleceğin kendiliğinden gelmeyeceği, organize edilmesi gerektiği de çok açık.
Benim derdim, geçmişte çiftlikte, kurumsal projelerde ve yazılım/girişim tarafında öğrendiğim ne varsa, hepsini bu organizasyonu kurmak için masaya koymak.
Çünkü biliyorum ki:
Doğru sistem kurulduğunda,
bu ülkenin toprağı da, suyu da, genci de, zanaatkârı da
dünyanın geri kalanına anlatılmaya değer bir hikâyeyi zaten çoktan hazır tutuyor.
Nar Atlası’nın bütün derdi,
bu hikâyeyi dağınık defter sayfalarından çıkarıp
harita üzerinde okunabilir, planlanabilir ve paylaşılabilir hale getirmek.

