Çiftlikten Nar Atlası Dersleri
2010–2012 arasında İzmir Tire’de 100 dönümlük bir çiftliği yönettim.
10.000 yumurta tavuğu, 200 küçükbaş, 3 dönüm sera domates, meyve bahçeleri ve kavak ağaçları…
Kulağa romantik geliyor:
“Sabah horoz sesiyle uyan, kendi ürettiğin yumurtayı ye, akşam gün batımını izle…”
Gerçekte ise her gün; yem, aşı, ölüm, satış, personel ve lojistik stresiyle geçen kesintisiz bir mesaiydi.
Bugün Nar Atlası’nın omurgasını kurarken aldığım en kritik derslerin önemli bir kısmı, işte o çiftlikten geliyor.
Şehirden Tire’ye: Neden Çiftliğe Gittik?
ODTÜ ve Amerika yıllarının ardından İzmir’e yerleşmiş, iyi bir özel okulda İngilizce öğretmeni olarak çalışıyordum.
Eşim Ece; gelinlik üretimi, ihracat ve iplik–pamuk ticaretiyle uğraşıyordu. Balçova’da kirada, şehir hayatının içinde ama kendi yağımızda kavrularak yaşıyorduk.
Derken iki kritik gelişme üst üste geldi:
Ev sahibimiz evi boşaltmamızı istedi.
Ece’nin babası Tire’de ciddi yatırımla büyük bir çiftlik kurmuştu ama operasyonu tek başına yönetemiyordu.
Biz doğayı, toprağı seviyorduk.
Müstakil ev, üretim ve daha sakin bir hayat fikri cezbediciydi.
Ben öğretmenlikten ayrıldım, kıdem tazminatımı aldım ve “çiftlik hayatı” için ilk adımı attık.
Çiftliğin içinde, bir odası ofis, diğer odaları ev olacak şekilde 140 m²’lik bir prefabrik ev yaptırdık.
Anahtarı çevirdiğimiz gün, farkında olmadan bugün Nar Atlası’na dönüşecek yolculuğun ilk sayfasını açmış olduk.
Çiftliğin Ölçeği: Romantik Hayal Değil, Tam Bir İşletme
Kurduğumuz yapı kabaca şöyleydi:
10.000 yumurta tavuğu
200 küçükbaş (koyun/keçi)
3 dönüm sera domatesi
Meyve bahçeleri: erkenci kayısı, nar, anjelik erik
Kavak ağaçları: uzun vadeli gelir için
Toplamda yaklaşık 100 dönüm arazi
Yani bu; tek bir aile işletmesi değil, birbirine bağlı 4–5 farklı iş kolu olan küçük ölçekli bir tarım holdingi gibiydi.
Kâğıt üzerinde doğru çeşitlendirilmiş bir model gibi duruyordu:
Yumurta → günlük nakit akışı
Süt → düzenli gelir
Meyve → sezonluk toplu para
Kavak → uzun vadeli yatırım
Ama kâğıt üzerindeki hesap ile sahadaki gerçek, aynı şey değil.
Çiftlikte Bir Gün: 24 Saatlik Mesai
Çiftlikte “mesai saati” yoktu. Gün şöyle başlıyordu:
Yumurta Tavukları
Sabah ilk iş yemleme ve su kontrolü
Kümeslerde havalandırma, sıcaklık, ışık ayarı
Hastalık belirtisi gösteren hayvanların takibi
Gün içinde 2–3 tur yumurta toplama
Akşam hijyen kontrolü, haşere mücadelesi, kayıt tutma
Her kafese numara vermiştim.
Her gün o numaralı kafesten çıkan yumurtayı önce kâğıda, sonra Excel’e işleyerek verimi takip ediyordum. Bugün basit sensörlerle ve mobil uygulamalarla yapılabilecek işi, o dönemde tamamen elle yapıyorduk.
Küçükbaş Sürü
Sabah ve akşam açık alana çıkarma
Günde iki kez sağım
Yemleme, alt temizliği
Aşı, ilaç, doğum ve bakım süreçleri
Sera – Domates
Tohum seçimi, fide dikimi, ip bağlama
Havalandırma, sulama, gübreleme
İlaçlama, hastalık takibi
Toplama ve kasalama
Meyve ve Kavak
Mevsimlik budama
Yabancı ot temizliği
Gübreleme, sulama, ilaçlama
Hasat döneminde toplama ve sevkiyat planı
Gün bittiğinde fiziksel yorgunluk bitiyordu ama zihinsel mesai yeni başlıyordu:
“Verim ne durumda? Bugün ne kadar kazandık? Yarın neyi riske atıyoruz?”
Satış ve Lojistik: Üretmek Yetmiyor, Doğru Alıcıya Ulaşmak Zor
Üretim tarafı ağırdı ama bir şekilde yönetiliyordu.
Asıl karmaşık olan taraf; satış ve lojistikti.
Yumurta:
2–3 günde bir, önceden anlaşılmış toptancı, bakkal ve eş–dost hattına dağıtım.
Süt:
Günde iki kez kooperatife süt verimi,
Zaman zaman kasaplara canlı satış.
Meyve:
Yılda 1 ay, sezonluk hasat.
Toptancı, manav ve eş–dost kombinasyonu.
Domates:
Haftalık toplu satış: manavlar, dönemine göre toptancı veya salça fabrikaları.
Kavak:
8–10 yılda bir kesim, toptan satış.
O dönemde ne gelişmiş bir e-ticaret altyapısı,
ne yaygın sosyal medya kullanımı,
ne de kolay ulaşılabilir danışmanlık vardı.
WhatsApp bile yoktu.
Üretiyorduk; ama sesimizi duyuracak, hikâyemizi anlatacak, fiyatımızı savunacak dijital bir vitrinimiz yoktu.
Bugün Nar Atlası’nda “pazar & kanal seçimi” konusuna bu kadar hassas yaklaşmamın sebebi biraz da bu.
Yönetim Çatışmaları ve Jeneratör Krizi
Çiftliğin mülkiyeti kayınpederime aitti; operasyonun başında ise ben vardım.
Ama finansal kararlar ve kritik yatırımlarda söz hakkının net tanımlanmamış olması, zamanla ciddi çatışmalara dönüştü.
En net örnek: jeneratör meselesi.
Tavuk kümesleri için elektrik hayati öneme sahipti:
Su motoru
Havalandırma
Işık
Yemleme sistemleri
Defalarca, kesinti ihtimalinin büyük risk olduğunu anlattım.
Ancak jeneratör yatırımı yerine, daha “gösterişli” ama aciliyeti düşük işler (tadilat, dekoratif işler vb.) öne çekildi.
Ve korktuğum gün geldi:
Elektrik saatlerce kesildi.
Su durdu, havalandırma durdu, kümes içi sıcaklık hızla yükseldi.
Birkaç saat içinde 500’den fazla tavuğu sıcak ve havasızlıktan kaybettik.
Kalanların verimi haftalarca düştü; üretim %95’ten %70’in altına indi.
Jeneratöre ayırmadığımız bütçeyi, aslında o ay yumurtadan kaybettiğimiz gelirle fazlasıyla “ödemiş” olduk.
Bu sadece teknik bir arıza değildi; arka planda şunu gösteriyordu:
İş, kişisel otoriteyle değil; net tanımlı bir sistem, veri ve paylaşılan sorumlulukla yönetilmeli.
“Üretim Var, Sistem Yok” Hissi
2010–2012 Türkiye’sinde:
Ucuz sensörler,
Tarım için optimize edilmiş bulut sistemleri,
Kullanması kolay mobil takip uygulamaları
bugünkü kadar erişilebilir değildi.
Sosyal medyada ürününü anlatmak, hikâyeni duyurmak da bugünkü kadar doğal bir refleks değildi.
Ben elimden geldiğince veriyi manuel toplamaya çalışıyordum:
Kafes bazlı yumurta verim tabloları
Yaz–kış yem tüketim listeleri
Hastalık dönemlerinde verim grafikleri
Hangi ürünü kime, hangi fiyattan sattığımızın notları
Ama tüm bu bilgiler:
Ya defterlerde,
Ya da evdeki bilgisayarda kalıyordu.
Ne anlık karar almayı kolaylaştırıyordu,
ne de dışarıdan birinin durumu bir bakışta anlayabilmesine izin veriyordu.
Sonuç netti:
Biz günde 12–14 saat çalışırken,
Ziraat mühendisi, çoban ve bazı tedarikçiler; sistemin içindeki konumları gereği bizden daha çok kazanabiliyordu.
Çünkü bilgi ve sistem bizde değil, düzenin içinde dağınık hâlde yayılmış durumdaydı.
Bu hissi bugün tek bir cümleyle özetleyebilirim:
“Üretim vardı, emek vardı; ama sistem yoktu, bu yüzden kazanç kırılgandı.”
Nar Atlası’nın “üretim + sistem + veri + pazar” dengesini bu kadar önemsemesi, biraz da bu acı tecrübenin mirası.
Aile Krizi ve Çiftliği Bırakma Kararı
Tüm bunların üzerine bir de aile içi kriz eklendi.
Kayınpeder ile kayınvalide arasındaki boşanma ve mal paylaşımı süreci, çiftliğin üzerindeki baskıyı iyice artırdı. Biz arada sıkıştık.
Jeneratör krizi, finansal stres, rol karmaşası ve aile içi çatışmalar üst üste gelince, çiftliği bırakma kararı aldık.
Eşyalarımızı toplayıp apar topar İstanbul’a döndük.
Bu karar, hayatımın en zor ama aynı zamanda en öğretici kırılma noktalarından biriydi.
Bugüne Kalan 3 Büyük Ders ve Nar Atlası
Çiftlikten geriye sadece fotoğraflar, defterler ve anılar kalmadı.
Bugün Nar Atlası’nın temeline yazdığım 3 büyük ders kaldı:
DERS 1: Üretim tek başına yetmez, sistem şart.
Yem, aşılama, verim, maliyet, satış kanalları…
Bunların hepsi:
Kayıt altında,
Şeffaf,
Analiz edilebilir değilse;
emeğin değeri de tesadüflere kalıyor.
Nar Atlası, tam bu sebeple sadece “ne üretelim?” sorusuna değil,
“Nasıl bir sistemle, hangi riskleri yöneterek üretelim?” sorusuna da odaklanıyor.
DERS 2: Bilgi ve karar alma, tek kişide toplanmamalı.
Kayınpeder–damat ilişkisinde olduğu gibi, gücün tek elde toplandığı her düzen kırılgan.
Kararlar veriyle desteklenmiyorsa, roller net değilse; orta vadede çatışma kaçınılmaz.
Nar Atlası, üretim kararlarını:
Coğrafi veriler,
Pazar verileri,
Girdi maliyetleri,
Kişisel hedef ve kapasite
üzerinden düşünmeye zorlayarak, süreci kişisel otoriteden çıkarıp hesaplanabilir bir zemine çekmeyi hedefliyor.
DERS 3: Dijital vitrin ve hikâye olmadan, değer eksik kalıyor.
Bizim dönemde sosyal medya ve e-ticaret, bugünkü kadar güçlü değildi.
Bugün ise cebimizdeki telefondan bile:
Ürünün fotoğrafını çekmek,
Üretim sürecini anlatan videolar hazırlamak,
Dünyanın herhangi bir yerine ulaşmak mümkün.
Nar Atlası; “ne üretelim, nerede üretelim?” sorusuyla birlikte,
“Sonra bu ürünü hangi kanalda, kime, hangi hikâyeyle anlatacağız?” sorusunu da masaya koymaya çalışıyor.
Çünkü doğru ürün, yanlış kanalda ve yanlış anlatıyla kolayca değersizleşebiliyor.
Nar Atlası İşte Bu Yüzden Var
Bugün Nar Atlası dediğimiz şey, benim için sadece bir “fikir” ya da “uygulama” değil.
Tire’deki o çiftliğin, Brighton’daki yalnızlığın, Ankara’daki amfilerin, kurumsal koridorların ve Buybase toplantı odalarının ortak özeti gibi.
O gün sahip olmadığımız otomasyon ve veri takibi, bugün Nar Atlası’nın düşünce yapısında var.
Sesimizi duyuramadığımız pazar ve kanal seçimi, bugün Nar Atlası’nın sorduğu ana sorulardan biri.
Tek kişinin karar verdiği kırılgan yapıların yerine, senaryolarla çalışan, hesap veren sistemler kurma ihtiyacı Nar Atlası’nın kalbinde.
Özetle:
O dönem için “zamanı değilmiş” dediğimiz birçok şey, bugün teknoloji, lojistik ve dijital kanallar sayesinde tam zamanı olan fırsatlara dönüştü.
Ben çiftlikten maddi anlamda çok da güçlü dönmedim belki;
ama üzerimde, Nar Atlası’nın her satırına sinen çok kıymetli bir deneyim taşıdım:
Emeğin, sistemle ve sağlıklı karar mekanizmalarıyla buluşmadığı sürece ne kadar kırılgan olduğunu kendi gözümle gördüm.
Nar Atlası da tam bu yüzden var:
Köydeki üreticinin,
Küçük mandıranın,
Seracının,
Atölye sahibinin,
Ve şehirde yaşayıp kırsala yatırım yapmak isteyen herkesin
aynı hataları tekrar yaşamaması;
geleceğe sadece emekle değil, planlı bir sistem ve akıllı bir yol haritasıyla yatırım yapabilmesi için.

